Söz uçar, yazı kalır. Fotoğraflar önüme gelince anmak istedim.












Söz uçar, yazı kalır.
Fotoğraflar önüme gelince anmak istedim.

Sene 1965-1975; Fatih gibi bir yerde yetişmek kolay değildi. Baba korkusu, anne terbiyesiyle büyümüştük. Her türlü melanetin kol gezdiği yıllarda -adam gibi- adam olmak için çabalıyorduk. Herkes okumak için ev-okul arasında mekik dokurken, Ali Genç çocukları evden okula, okuldan işe ve hemen hemen her gece gösterilere giderek hayatı yaşamaya yönlendirilmiştik. Bu şartlar ışığında Hakan Özer Abim İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni nasıl bitirdi, o yaşlarda da şimdi geriye bakarak da anlamış değilim.

Yaşayanlar bilir, Fatih insan yoğunluğunun en fazla olduğu, çok büyük bir semtti. İş hayatı; Tekel Tütün Fabrikası (şimdiki Kadir Has Üniversitesi), tütünlerin denizden getirilip götürüldüğü Tekel nakliyat, deniz ticaretinin yeni yeni filizlendiği Fener, Balat, Ayvansaray… Bugünün birçok armatörünün geliştiği, büyüdüğü semtlerdi. Türkiye'de gıda ve tekstilin ana mekanları: Mısır Çarşısı, on dakika yürüyünce kuyumculuk ve paranın merkezi Kapalıçarşı, ayakkabı dünyasının kalbi Gedikpaşa, Kadırga tekstilin ve birçok iş kolunun ana merkezi Tahtakale, Unkapanı çıkışında yaş sebze meyve hali… Sırtlarında gıdaları taşıyan özellikle Malatya Pötürgeli (ev ev dolaşarak nüfus sayımı yaptığım için biliyorum). Bu görevi gençlik yıllarımda, gerçek bir İstanbul beyefendisi, bahar sigarası içicisi Rahmetli Muhtar Şevket Tekinel vermişti.

Alibeyköy, Eyüp, Ayvansaray otobüslerinin hınca hınç dolu Eminönü’ne insan taşıması, Fatih ve çevresini çok yoğun yapıyordu. Nakliyenin, taşımacılığın at arabalarıyla yapıldığı günlerdi. Fatih Haydar’da, Rahmetli Figüran, Siirt Oyunları araştırmacısı Niyazi Enginsu ve arkadaşlarının harika bir Siirt folklor ekibi vardı. Bu grubu meydana getiren tüm oyuncular at arabasıyla geçimlerini sağlıyordu. Genelde onlar sosyal kuru içicilerdi. :) İnsanlarda para yok, hayatlarını kazanmak için her yolu deniyorlardı. Paranın az olduğu yerlerde eğlence ve kumar için insanlar onbeş, yirmi metre veya elli metrede bir var olan kahvehanelerden birine giderlerdi. Kumar oynayanlar sabah akşam eğlenmek için iskambil, tavla, bilardo oynarlardı; kumarbazlar ise genelde okey oynuyordu.

Az parayla eğlenmek yazlık sinema ve kahvehanelerde olabiliyordu. Her semtin bir futbol takımı vardı. Kahvehaneyi tercih etmemek, spora ağırlık vermek demekti. Çamurlu sahalardan gelince eve sokulmadığımız için hamamlarda üzerimizdeki çamuru atıyorduk. Kahvehaneler akşamları ve hafta sonları yoğundu.

Unkapanı Manifaturacılar Çarşısı yeni açılmıştı. Üniversiteye hazırlık için Unkapanı dershaneleri, çok pahalı olmasına rağmen tüm sınıfları doluydu. Pertevniyal ve Vefa liseleri erkek olduğundan ve Fatih semtinin çocukları oldukları için üniversiteye girme hayaliyle akın akın dershaneye gidiyorlardı. Hem çok pahalı hem de çok disiplinliydi. Rahmetli annem, babamdan gizli olarak altın bozdurup beni oraya yazdırmıştı, “Çocuğum okur, adam olur” diye. :) Kendisi üniversite mezunuydu. İşte bu nedenle destek almadan Özer Abim İstanbul Üniversitesi’ne girmişti. O zaman üniversiteye girenler mahalle aralarında parmakla gösteriliyordu. Şimdi ise parayı veren düdüğü çalıyor, üniversite talebesi istavriti bile tanımıyordu.

Her zamanki gibi haksızlığa tahammül edemeyip istemsiz korumacılığım nedeniyle dershaneden kovulmak istenen birini sahiplenmiş, ama kendim kovulmuştum. Annemin paracıkları yok olmuştu. İşte soru; ben gündüzleri nereye girecektim?

Bir genç olarak, ortaokul arkadaşım Rahmet Fatih Ayral’ın çok gittiği Fatih Camii’nin Haliç Caddesi’ne bakan taraftaki binasına giderek gündüz vakitlerini geçirmeye başladım. Daha sonra Halkevi, cami avlusunun ön tarafına, Taş Mektep’in yanına taşınmıştı.

Eski Fatih Halkevi harika bir yerdi. Gençlik yıllarımızda parasızlıktan çayı bile paylaşıyorduk. O yıllarda kız, erkek rahat olarak gidebileceğimiz tek yerdi. Üniversite öğrencileri halka okuma-yazma, İngilizce, halk oyunları (Antep, Bitlis, Kars, Bayburt) öğretiyor, çeşitli gösterilere gidiyorduk. Halkevinin yeri, kubbelerden ve çok odadan oluşan Kümbet adında bir yerdi. Ortası dikdörtgen şeklinde mini futbol ve voleybol oynanacak şekildeydi.

Masa tenisi ve satranç ağırlıkta olmak kaydıyla ya spor yapıyor, ya halk oyunları oynuyorduk. Ego ve kibirden uzak, çok özel ve güzel, saf arkadaşlıklarımız ve dostluklarımız oldu. Sermin ile orada 22 yaşındayken tanıştım, evlendim. Bana nasıl sabretti onu hâlâ anlayamadım. :)

O özel dostluklar bir dönemmiş. Herkes hayata karışınca doğal olarak kendini yaşamaya başlayınca yeri, konumu değiştikçe kendisi de değişebiliyor, kopukluklar oluyor, herkes kendi hayatını yaşamaya başlıyor.

Arşivde fotoğraflar çıkınca anılar tazeleniyor. O güzel, özel, eşsiz dostluklarımızdan ikisi şu an aramızda yok ama fotoğraflarda var. Bir yemekte bir araya gelmiştik, iyi ki gelmişiz. Yaşayanlara sağlık ve uzun ömür diliyorum.

Öğretmen: Güneş Güneysu Uzun yıllar sonra olsa da iki çocuğuma bila bedel matematik dersi vererek üniversiteye girmelerini sağladı. Horonevi’nde birçok dostu oldu, birlikte çok güzel günlerimiz geçti. O şimdi aramızda yok, anılarla hatırlanacak.

Kuyumcu: (Sarı) Hüseyin Bereketli Çok değerli arkadaşımız, dostumuz. O da bizimle değil.

Her ikisi de nurlarda, ışıklarda yatsın...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Omuzda Karadeniz

Prof. Nihal Nurhan Yentürk

TULUMLA HASBİHÂL